30 Aralık 2014



2015

Sabah uyandığınızda dünya değişmeyecek ya da “Eğer piyangonun kazananı siz değilseniz” bir pabuca iki ayağınızı sığdırmaya çalışacaksınız… Yaşam iki ayağını bir pabuca sığdırma işi ne de olsa!

Geçirmek zorunda olduğumuz bir yılı geride bırakıp, yaşamamız gereken yeni bir yıla giriyoruz. Yaşayın! Kendiniz için, hayalleriniz için… Bireysel olun, güçlü olun, kendiniz olun…


Mutlu başlangıçlarla başlasın 2015N

26 Aralık 2014



BEN VARIM!

Gülüyorum,
Kahkahama bir tezat karışıyor ve kırışıyor yüzüm
Yatağını sermiş yüzüme kaz ayaklarım
Ter ve kusmuk
Günahlarım kadar keskin değil kokusu
Anlaşma yok, uzlaşma yok!
Hayatın paçasında tırnaklarım
Ben de varım!

Gülüyorum,
Kahkahamın yankısı ensemi yalıyor
Ürperiyorum bir kuyuya düşen taş gibi
Özgürlüğümün sınırlarına çarpa çarpa!
Utanmak yok, pişmanlık yok!
Hayatın dibini sıyırıyorum.
Ben de varım!

Gülüyorum!
Gözlerini riyaya devirirken dostlarım.
Yedi odacıklı mabedimin kapısını yumrukluyor
“Küt! Küt!” yalnızlığım.
Aldanmak yok, aldatmak yok!
Bedenimin mazgallarından sızdım
Ey aşk, kimse yok…

Ben varım! N

24 Aralık 2014



BEDELİN NE DEVLETLÛM!

Üç yıl önce muaf olduğum ama bir şekilde dosyaların kurcalanması, beni tekrar ikinci kez askerlikten muafiyet süreci yaşamaya itmeye başladı… Haftalardır uğraşıyorum... Yeni ve enteresan şeyler de öğrendim tabi!

Henüz kanunlaşmamış kanun olmakla birlikte, eşcinselliğin, eşcinsel erkekler için askerlik yapmaya engel olmadığı, engel teşkil edebilmesi için Travesti olmak (mış gibi görünmek) gerektiğini söylediler.

Aslında bunun da sadece minareye bir kılıf olduğu; görünmenin yetmediği, hormon tedavisine başlandığının belirtilmesi, hatta bu hâlde bile cinsiyet değişiminin (Transseksüel olmak gerektiğini) gerçekleşmiş olduğunu ispat ettiğinde askerlik yapmaya engel teşkil edebileceğini dolaylı bir dille altı çizilerek anlatıldı.




30’lu yaşlarda iseniz, devlet anasıyla babasıyla, askeriyle, polisiyle yıllarca yüzüne bakmadığı evladının peşine düşüveriyor. Hele de gündemde “Bedelini öde gitme!” varsa.
Askerliğe elverişli değildir almışsınız. Buna rağmen bedelli yapmak istiyorsunuz. Bunu da: “Askerlikle ilgili sorular karşısında diyecek söz bulamayanlar için açık bir kapı” gibi göstermeye çalışıyorlar. Gerçek şu ki amaçları o 18 000 lirayı sizden bir şekilde almak. Bunun için hakkınızda verilmiş kararlar araştırılıyor, dosyalarda değişiklik yapılıyor ve sizin peşinize düşülüyor.

Süre belli: ŞUBAT 2015, yeniden askerlikten muafiyet işlemi başlatmak ve sonuç almak için gereken süre en az 3 ay!

3 ay sonra, kanunlaşmamış kanun sizi askerliğe elverişli görebilir, elverişsiz raporu aldıktan sonra kurduğunuz hayatın içine incir ağacı dikebilirler.

Ben de bu riskleri düşünerek sanki ödediğim bedel yetmezmiş gibi üzerine bir de maddi bedelini ödemeye karar verdim…

Na buraya yazıyorum: "Bedelli askerlik yaptı belgesini aldıktan sonra gider kendi kafamı kendim kazırım, üstüne bir de iki ana dal okuduğum sektörlerde devlet kanadı altına girerim! ve hakkım olanı alırım..!" N

12 Aralık 2014



KAHIR AMAN!

Sen de bir masalsan çocuk,
Kahraman arıyorsan kendine,
Agnostik ilişkiler kuruyorsan
Ve mizacın dağılıyorsa her gülüşünde;
İnsansın…

Savuruyorsa hayat, hırpalanıyorsan!
İnadına tokatlara çeviriyorsan yüzünü,
Bir çileyle mıhlanıyorsan
Ve cennet kokuyorsa kanın;
İsa’sın!

Haykırmıyorsan,
Eline vurana veriyorsan ekmeğini,
Kıvrılmıyorsa dudakların ve gözükmüyorsa dişlerin gülerken,
Geldim gördüm, yaşadım öldümse onca yıl yaptığın;
Mutlu değil, bedbahtsın!

Mitlere inanmışsan,
Saçında bit, kafanda örümcekse taşıdığın,
Son kuruşunu atıyorsan dilek kuyusuna
Ve metelik dahi kalmamışsa kurşun sıkacağın;
Koca bir sıfırsın!

Sen de bir masalsan çocuk,
Kahraman arıyorsan kendine,
Dilden dile dolaşmıyorsa adın
Ve bir dostun yoksa ayna tutacak yüzüne;
Enkarnasyon bekleyen
Anka kuşu gibi yanmışsın! 

Kahramanın kim?
Elbet anlarsın! N

28 Kasım 2014



AH BE KADIN!

"Kürk Mantolu Madonna"ya...

Ah be kadın!
Azıcık cesaret olsa kanımda
Sıyırıvereceğim mantonu duru omuzlarından…
Adımlarını kovaladığım sokaklar gibi
Ruhu dar biriyim ben…
Düşünür düşünür susarım, anlarsın!

Ah be kadın!
Dilimin düğümlerini çöz,
Saklı sırlarımı çeyizini seriyormuş gibi ser
Gözler önüne,
Utanmam ki aşktan tenin tenime değse…

Ah be kadın!
Sınırlarımı aş, duvarlarımı yık ki göresin,
Görmelisin! Nasıl kavruluyorum
Sırtımda tuz taşır gibi…

Ah be kadın!
Tek gecelik zürriyetimi de ver geri yok olacaksan!
Tutma içinde,
İçimden içine fışkırmış günahlarımı…

Ah be kadın!
Yıllarca kin kustum da ardından yokmuşsun…
Kürkünü çıkarıp
Çoktan Azrail’ine soyunmuşsun…N


Yazacak çok şey vardı da anlatabildiğim yolu seçtim. Okurken sürekli “Filmi olmalı” dedim. Sanırım filme çekiliyormuş Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı… Yıllarca okumamış olmanın verdiği şaşkınlığı hala atlatamadım... Kesinlikle okunmalı...

16 Kasım 2014



ÇEMBER!

İlk anekdot: Birkaç yıl evvel izlediğim Taare Zameen Par (Every Child Is Special – Her Çocuk Özeldir.) filminde çocuğunun sürekli başarısız olduğundan yakınan bir babaya, yine aynı çocuğun öğretmeni (Aamir Khan) güzel bir örnek veriyor: Solomon Adalarında, yerli halk ormanın bir bölümünü tarımda kullanmak istediklerinde ağaçları kesmezmiş. Onun yerine ağaçların etrafını sarıp (bir nevi çembere alıyorlar ağacı) bağırarak sövüp sayarlar lanet okurlarmış. Birkaç güne kalmadan ağaçların yaprakları solar, kuruyup büzülür ve ağaçlar kendi kendine ölürmüş.Türkiye Cumhuriyeti’nin aşırı çevreci yöneticilerine ilham olur belki!

İkinci bir anekdot: Elif Şafak'ı fazla popülist bulduğumdan takibim dışında kalsa da, birkaç gün evvel yakın bir arkadaşımın paylaşımından izlediğim TED Konuşması'nda beni kazandı. Videoda da göreceksiniz bir çemberin sadece bir çemberden ibaret olmadığını… 

Hayatınızı bir çembere almayın, onun yerine size dokunmasını / zarar vermesini istemediğiniz insanları çember içine alın… Bir bir yok olduklarına şahit olacaksınız.


Hem Taare Zameen Par  filmini hem de Elif Şafak TED Konuşmasını verdiğim linklerden izleyin anlayacaksınız ya da kim bilir belki çoktan farkındasınızdır… N

12 Kasım 2014



11.

Sen de biliyorsun ya! Dünya işleri işte; koştukça daha da hızlanıyor hayatın ritmi… Her yıl biraz daha yoksunlaşıyor, içimdeki kara delik her yıl biraz daha büyüyor...

“Baba!” demeyi unuttum ama unutmadım ben seni baba…N

06 Kasım 2014



10.


Biz, el kızartmaca oynayan iki velediz; diz dize, göz göze, alt alta-üst üste! Canımız yanıyor aşktan ama ölürüz de işte bizsiz yalnızlıktan. Biz, bir mürebbiyenin cetveliyiz. Hızlıca vurulmuş, öylesine şiddetli, öylesine sert dokunduk birbirimize, kızardı ellerimiz. Biz bize acı veren neyse, ne varsa can yakan, oyuz işte. Biz kafaya düşen saksı gibi, gökten birbiri için zembille inenlerdeniz. 10 yıl önce bugün sevdik biz!

Biz didişmeden, dövüşmeden, öpüşmeden ve pek tabi sevişmeden edemeyen ikiyiz, iki kişiyiz, biriz, biziz!

Biz! SEN ve BEN yani, nice on yıllar geçirmeliyiz…N

02 Kasım 2014



GERÇEK HİKAYELER

Maillerimi karıştırırken 2010’da sevgilimden gelen şu maille karşılaştım…

"Yıllarca sevilmiş, bir evde yaşamış güven duymuş bir köpek bir gün aniden parmaklıkların arkasında, soğuk taşların üstünde buluyor kendini" (gözleri doluyor.) "Terk edilmenin acısıyla, hayata küsen, mamasını yemeyi reddederek intihar eden o kadar çok köpek gördüm ki..." (burada nefesi kesiliyor.) Başından geçen bir olayı aktarıyor hemen, "Bir gün dünya güzeli bir rottweiler'ı ailece getirdiler buraya. Ben karşıladım. Sorunun ne olduğunu sorduğumda adam bana "Onu buraya bırakacağız, artık istemiyoruz" deyiverdi. Öylesine soğuktu ki ses tonu, bakışları. İnanamadım. Yavrucak olan bitenden habersiz hala adamın yanında duruyordu. Sonra elime tasmasını tutuşturdu ve bir kere bile arkasına bakmadan gitti. O an yavrucağın gözündeki bakışı hiç unutamam. İnanamıyordu sanki olanlara..." Ve bu rottweiler'ı Deniz Hanım barınaktaki bir kafese yerleştirmiş o gün. Bir süre beklemiş yavrucak ama ümidini kesince önce tepkisizleşmiş, ardından yerinden kalkmaz olmuş ve sonunda mamasını yemeyi de reddetmiş.  Deniz Hanım, gidişatın farkına varınca, bu adama ulaşmak için İstanbul'u birbirine katmış, bir ortak arkadaş bulmuş ama her şey için artık çok geç kalınmış. Yavrucak, terk edilmenin verdiği üzüntüyle intihar ettiği için melek olmuş. Anlatmaya devam ediyor: "Çıldırdım, göz göre göre köpeğini ölüme terk eden bu aileye iki çift lafım vardı. Hemen ortak arkadaşımızı aradım. Amacım adamın telefonunu alıp, açıkçası sağlam bir konuşma çekmekti. Arkadaşıma durumu anlatmak için aradığımda öğrendiklerim ise kanımı dondurdu" diyor.  Deniz Hanım. O ailenin köpeklerini terk ettikten sonra dönüş yolunda bir kaza yaptığını ve öldüğünü öğreniyor. "Hepsi ölmüştü, sanki lanetlenmiş gibi..." derken şunları da ekliyor sözlerine "Yıllar içinde gördüm ki, hayvanlara iyi davrananlar bir şekilde korunuyor. Sanki hayat, Allah onlara göz kulak oluyor. Ve inanın bana hayvanlara kötülük yapanlar hep kaybediyor..."





Hayvanlar Tanrının sessiz kullarıdır. Onları dışarıda beslemiyor, evinize almıyor ya da onlardan korkuyor olabilirsiniz. Bir canı sahiplenmişseniz, terk etmeyiniz, sahiplendiriniz...N

29 Ekim 2014




MERHAMET !

Uçları sivri bir kin bendeki
Anlatmayın acırım
Ve ben acırsam,
Düşmanıma bile sahip çıkarım!

Aklıma giren dilime gelir
Aklımdakini de yutarım
Dilimdekini de
Sen bana yeter ki “Sev!” de...N

13 Ekim 2014



ACİL SERVİSTE BİR VİCDANSIZ!

Bu hafta sonu arkadaşlarıma çay-kahve ve sohbete gittim. Birinde kahve, birinde çay derken 3 kapı dolaştım. Geri döneceğimi baştan söyleyeyim de “Kal” demeyin diye tembihlemiştim. Öncesinden söyleyince ısrar edilmesinden ne kadar hoşlansam da dönerim, insanın kendi dört duvarında olması gibisi yoktur!

Geri dönmek üzere ayaklandığımda arkadaşımın yüksek tansiyon hastası olan eşinin aniden düşen tansiyonu nedeniyle acil serviste bulduk kendimizi…

İşlemler beklemeler ve arkadaşım adına korkulacak bir şey olmaması bir yana, gecenin bir yarısı acil serviste olanlar konusuna değineceğim: Üç ya da dört tane farklı ailelerin bonzai müptelası olmuş çocukları, ailelerin yaşadıkları, küçücük odada kapısı açık ifadesi alınan insanların anlattıkları tüyler ürperticiydi.




Birinin çocuğu ilk kez kullanmış, bir diğerinin çocuğu tamamen kendini kaptırmış, bir diğeri her türden sentetik uyuşturucu konusunda tedavi görmüş ve son olarak bir tanesi oracıkta tüm bu karmaşanın içinde sessizce hayatını kaybetti…

Babası hıçkıra hıçkıra ağlarken bağırıyordu: “Kişi başına onlarca polis gönderen devlet, okulların önüne birer polis neden koyamıyor! Ben çocuğumu okusun diye gönderdim okula, ilgilendim, büyüttüm, sakındım, hani nerde polisler, nerede? Ben nerede yanlış yaptım!”

Sonrasında trafik kazasında ağır yaralanan bir transeksüele çarpan henüz reşit olmamış bir çocuğun hastaneden kaçırılması… Yaralının yine transeksüel olan arkadaşının çaresizce sağa sola koşturması, alaylı tepkiler! Yetmezmiş gibi dudaklarını çeke çeke bıyık altından gülen insanlar! Vicdansızlar ordusu!


 


Ahlâken neredeyiz? Çöküyor muyuz yoksa çoktan mı çökmüşüz? Vicdanımız bedenimizin neresinde? Bunu size aktarmak için konuşulanları tek tek not ettiğim minik defterimle orada otururken kendime de sordum bunu… Ben şimdi ne yapıyorum?

Yıllar evvel, babamın içinde film olmayan el kamerasıyla, yaşlı bir amcanın yaşadığı yanan metruk bir binanın videosunu çekerken olanların vicdani yükünü kavramış olan ablamın bana dönüp “ne yapıyorsun sen!” diye bağırdığı kulaklarımda… Ben vicdansızlardan bir vicdansız, içinizden biri! N

09 Ekim 2014



UNUTULMASI GEREKEN ANLAR SERİSİ - 7

BANA VURDUN!

İzlediğim filmlerden ana karakterlerin olaylara verdiği tepkileri istemeden de olsa biriktiriyorum. 

Karakterim The Six Feet Under dizisinde Lauren Ambrose'un canlandırdığı Claire karakterinin yaptığı portreler gibi parçalardan oluşuyor…

Hâl böyleyken, kendi asıl tepkilerimi nadiren gösteriyorum...

Dışarıdaydık... Onunla, ailesinin evine girdiğimizde bir sorun gözükmüyordu. Odasının kapısı henüz kapanmamış, ben henüz çantamı omzumdan yere bırakmamıştım. Yüzümde bir acı ve kulağımda şiddetli bir çınlamayla ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Tokat yemiştim!

Yeşilçam'dan esinlenmiş bir hereketle yanağımı tuttum ama tepkim orjinaldi!

Oda kapısının hâlâ açık olmasına, ailesinin duyulabileceği şekilde bağırmamaya özen bile göstermeden aklımdan geçen tepkiyi veriyordum... Bir yandan iki elimle darbeler indiriyor bir yandan tüm sessiz kaldıklarımı bağırıyordum:

- Sen kimsin lan! Ne hakla vuruyorsun bana ha? Ne Hakla!

Yatak odamı kapatıp bir süre salonda uyumaya karar verdim...

Ben bu kurbanda, ilişkimi kestim! N

06 Ekim 2014



BİLİNÇALTI OYUNLARIM - 4

Beni Unutma!

Her şey yedi saniye sürdü, kapıdan girdiğinde sırtım dönüktü, "Hoş geldin!" demek için yüzümü yüzüne döndüğümde dişleri dişlerime çarparak dudağımdan öptü... "Özledim!" dedi. Şaşkınlığımın verdiği kısık bir sesle "Ben de!" derken alnımı öpüyordu.

Gözlerimi kapatıp, sımsıkı sarıldım...

"Senden tek bir şey istiyorum." Soran gözlerle yüzüne baktım? "Uyandığında beni lütfen hatırla!" 

Yastığa sarılmış, açık pencereden giren rüzgarla vücudum, kaskatıydı... "Ne dedin?" diyerek uyandım...N

05 Ekim 2014




İÇİMDEKİ TINILAR - 24


Eğer sadece bir mitten ibaret değilse ki ben olmadığına inananlardanım. Adem ile Havva'dan bu yana insanız... 

2014 başlarından beri dinlemekten zevk aldığım, varoluş amacıma parmak basan, sadece bir insan olmaktan ibaret olduğumuzu üstüne basa basa bağıran Christina Perri - Human parçasını dinleyiniz ve eğer beğenirseniz şuradan indirebilirsiniz.

Çünkü sadece insanız...N

03 Ekim 2014



TAHTEREVALLİ !

Anka kuşu, efsanevi bir yaratık değil, gerçeklerden kaçan insanın hatalarından ders almamasına yapılan bir vurgudur benim için… Mesela aşk acısından kavrularak ölen (kendini aşka kapatan) bir insan, tekrar sevmeye başladığında yeniden harlanan bir ateşle, kalbindeki küllerinden kıvılcımlar saçarak tekrar doğar…

O hâlâ hayat üzerine yaptığı planlarına beni dahil etmeye devam ediyordu. Oysa ben bindiğimiz tahterevallinin iki ucunda ayaklarımız yere değmeden dengede durmak istiyordum. Aşk bir denge meselesiydi bir yerde! Çünkü bizler ip cambazıyız…

Bindiğimiz tahterevallide onu yukarıda tutabilmek için ayaklarıma beton dökmüştüm ki ne olursa olsun yeryüzünde dik bir açıyla durabilmeliydim. Ayakta ve dimdik! Sert yağmurlarla çatlayan zeminde durmanın ayaklarımı özgür bırakacağını hiç düşünmemiştim...

Şimdi orada durmuş, onu yeniden yukarıda tutabilecek ve oyununa ortak olacak azme sahip birini bekliyor. Bense tahterevalliden sıkılmış bir çocuk gibi salıncağıma doğru yürüyorum… Havanın içinde ciğerlerim patlayana kadar salınıp solumak istiyorum hayatı. Belki kalbi kalbimin ritmine uygun bir beden bulurum, olmadı salıncaktan atlar bedenimi sürte sürte bir kaydırakta huzur bulurum.

Olması gerekenlerle, gerçekte olanlar arasında sıkıştım… Ve hayat parkımda tahterevalliye yer yok! N

27 Eylül 2014




“GEL!” DE…

İçimde bir yerde
Kalbime aşk pompalayan
Geniş damarlar vardı.
Daraldı!

Kopan bir kertenkele kuyruğu gibi
Senden ayrı
Küçük aşklarda
Yavaş yavaş can verdim!

Sen şimdi kendine gel de!
Bana “Gel!” de

Aşk sana geliversin! N

26 Eylül 2014


DAİMA...


Kimsenin mutluluğuna, heyecanına, ilk kez bu topraklarda böyle bir şeyin göz önünde gerçekleşmiş olmasının verdiği yürek kabartan şakşakçılığa, konfeti laflarına diyecek bir şeyim yok. Bu günlerde izlediğimiz 5 dakikalık video ile lanse edilen evliliğin Ekin & Emrullah için daimi olmasını diliyorum. Yalnız okuduğum röportajlarında ve izlediğim videodan hareketle birkaç detay dikkatimi çekti.

Aşk etnik kökenle ilgilenmez...

Emrullah Kürt, Ekin Arap kökenli…(Eee?) Bir kız arkadaşım beni arayıp “Videoyu izledin mi?” dediğinde izlememiştim. “İzleme!” dedi. Tabii ki neden bahsettiğini izledikten sonra anladım. Türkiye toplumunun algı biçimini az çok bildiğimden, bu detayın yanlış anlaşılmadan nasıl söylesem? En iyisi pat! diye söyleyivermek “Ay Türk değillermiş zaten! Bunlar kesin dış mihrakların işidir. Zaten felsefe topluluğu muymuş neymiş ne menem bir grupsa! Masonik bir şey kesin!” şeklinde vukuu buluyor olması şaşılacak şey olmamakla birlikte, gülüp geçilecek bir algı biçimi olmadığını da belirtmekte fayda var.

Neden kırmızı kuşak? 

Kırmızı kuşağın evlilik yapan heteroseksüel çiftlerde gelinin “Bekaret” sembolü olduğunu bilmeyeniniz yoktur. Ekin’in belindeki kırmızı kuşağın neyi sembolize ettiğini anlamaya çalıştım. Ekin’in pasifize edildiğini, Emrullah’ın ise “Erkek” sembolü olarak lanse edilmek istenmiş olabileceği algısı yarattı bende. Yani kim düşünmüşse ne düşünmüş anlamak ihtiyacı hissettim.

Prova imkanı olabilseydi keşke! 

Her ikisinin elini kolunu koyacak yer bulamayışlarını… birbirlerine dokunurlarken ki çekinik hallerini, yapacakları ve yaratacakları infialin, gelen tehditlerin üstlerine yapışıp kalan şaşkınlıklarını… İçinde oldukları zamanı olmayan anları,  o anlarda bir müzede geziniyormuşçasına etraflarında alelade dolaşan turistik insanları, felsefe grubunun lafın üstüne laf söyleme çabası, art arda Türkçe ve İngilizce çeviriler, provasız alınmış bir tiyatro oyununun prömiyeri gibi aceleci olduklarını düşündürdü.

Orada değildim! 5 dakikalık videodan müşkülpesent çıkarımlarım bunlar… Daha iyisi olana kadar en iyisi bu! Yaşadıkları görünen heyecanın, hayatlarının her anına yayılmasını, her şeyden önce bir baş kaldırı olarak algıladığım bu organizasyonun onlardan kötülükleri uzak tutmasını diliyorum… N

22 Eylül 2014






UNUTULMASI GEREKEN ANLAR SERİSİ 6

SEVERKEN ÖLMEK!


Babam, annemin saçlarını severdi. 1,5 metre uzunluğundaki saçlarına sarılarak uyumayı… Annemi görmeye geldiği ilk gün elini saçlarına atmış, sakın kesme bunları yoksa beni öldürürsün demişti. Babam öldüğünde annem saçlarını ilk kez kesti. Sonra tekrar uzadı, tekrar kesti, bir daha bir daha… Annemin öldükten sonra mezarına koyulmak üzere 5 adet 1,5 metrelik saçı duruyor şu anda… İlk gün kestiğinde neden diye sormuştum: “Baban en çok saçlarımı severdi ve yine en çok onları çekerek döverdi. Saç diplerime kan otururdu.” dedi. Teselli edecek bir şey diyemedim! Bir daha hiç bu konuda konuşmadık.

Amerika’dan gelmiş bir misafirimize İstanbul’u gezdiriyorduk. Yemekten, içmekten ve İstanbul’un güzelliklerinden başımız dönüyordu. Bu kadar gezmek, İstanbul’u solumak yetmemiş olacak ki, bizim için de zaman problem olmadığından misafirimiz tatilini bir hafta daha uzattı.

Gezmediğimiz, görmediğimiz yeni mekânları geziyor, içmediğimiz içkiler içip, asla yemem dediğim yemeklerin tadına bakıyorduk!

Öyle bir yaz akşamıydı, bir önceki günden daha kendine gelememiş bir bünyeyle dışarıdaydık, ben kotamızın dolduğundan, bu akşamı erken bitirelim diye bir elimle onu çekeliyor, bir yandan dostumuza bu gecelik yeter diyordum. Misafirimiz bana katılıyor kararıma saygı gösteriyordu. O anda sol elimin boşluğu tuttuğunu hissettim. Kafamı çevirdiğimde sırtını dönmüş ileride bulunan bara doğru yürüyordu. Koşturup yakaladım beni sertçe itti ve gözlerim karardı.





Kendime geldiğimde kafatasımın arkasında bir ıslaklık, beyaz tişörtümün ve şortumun arka kısmında kan vardı. Saç diplerim kanıyordu! Otel odasındaydım, o uyuyordu. Amerikalı, dirsekleri dizlerinde elleriyle saçlarını tutmuş bana bakıyordu.

Kısaca özet geçti: “Gözlerinin beyazını göremedim! Simsiyahtı. Ona öyle tokatlar attın ki! Ne yapacağımı bilemedim. Sonra seni yakaladı ve ensenden yukarısını köpek gibi koparana kadar ısırdı. Bayılmıştın! Çevreden gelen insanlarla seni buraya taşıdım. Polis olmaması mucizeydi!”


“Evlatlarından biri, annenin kaderini yaşarmış” derler… Ben mi sabırlıyım, annem mi? Annem mi çok sevdi, ben mi? N

21 Eylül 2014



YÜZSÜZ!

Tek taraflı bir aşkta,
Yandım, közdüm, söndüm!
Sevdiklerim arasında sen,
En yüzsüzüydün! N

17 Eylül 2014




SARMAŞIK


(Annem, misafir etmediği ve gelmelerinden pek hoşnut olmadığı çok konuk ağırlardı evde… Babam davet ettiği hâlde gelenlerle ilgilenmezdi pek… Uzun uzun kimsenin (o zamanlar benim) anlamadığı siyasetten, devletten konuşurdu.  Gençken annemi çocuklarla bırakıp, Ankara’da Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde özel garsonu olarak hazırladığı menülerden, gelen konukların nasıl ağırlanması gerektiğinden, masada neler konuşulduğuna varıncaya kadar anlatırdı. Anlatırken sızardı. Annem geriye kalan zamanda gelenleri yeme/içme konusunda ihya eder. Kendisinin yaşadığı hayata içten içe imrenen insanlara, babamla hayatın sıkıntılı dönemlerini anlatırdı. Aslında kıskanılacak bir hayatı olmadığını, kıskanılacaksa sabrının kıskanılması gerektiğini üstüne basa basa enjekte ederdi misafirlere… Giderken annemin sabrına mazhar olduklarını görürdüm yüzlerinde.)

İş yerlerimize yakın semtlerde oturmak zorunda olduğumuzdan, görüşebilmek, hayatımızı paylaşabilmek için tatil günlerini beklemekten başka çaremiz yoktu, nitekim hâlâ öyle…

Bazı hafta sonları, yolu İstanbul’a düşen arkadaşlarımızı bana sormadan misafir eder, en son bana haber verirdi. “Hayır, hafta sonunu seninle geçirmek istiyorum.” dediğimde surat asar, söylenirdi. Ben kabul edinceye kadar devam ederdi bu süreç… Birbirimize olan özlemi, basit bir seks birlikteliğiymişçesine “Bir hafta sonu sevişmesek ne olur!” derdi. Misafir için sevişmekten vaz geçerdik ne gam! Bense işi gırgıra vurup, kocası tarafından memnun edilemeyen kadın çaçaronluğuyla ya da “Her zaman insanın başı mı ağrır ulan” diyen bir dölsaçanın sesinden: “Gelsinler bakalım ama sakın güler yüz göstermemi bekleme haftaya keseceğim cezanı!” derdim. “Ah evet, yine onun istediğini yapıyoruz.”  



Ben misafiri çok severim, yalnız kendi davet ettiklerimi! Misafir ağırlama günü geldiğinde, erkenden alışveriş yapılır, ufak ve doyurucu aperatiflerle donatılır masa. Yanında bir kova sangria da cabası… Ben iki kadeh içince tüm o damızlığım gider, yerine hoş sohbet biri gelir, işte tam bu zamanlarda çalardı kapımız…

Ben güler yüz gösterdikçe, sessizleşirdi. Sessizliğinden anlardım gizlice içtiğini… Ufak bir müdahaleyle yatağına yatırır geri dönerdim… Misafirleri bir anda benim davetlim hâline gelirdi… Kuru yalakalığı sevmediğimden “Ay çok mükemmel bir çiftsiniz.” diyenleri tersler “Duvar sarmaşığını bilir misiniz siz? İşte duvar olan o, sarmaşık olan benim! Ben sarıldıkça o iyileşiyor. O sarmama izin verdikçe ben çiçekleniyorum!” derdim…


Misafirlerimiz giderken içten içe bilirler artık: aslında başkalarında gördüklerini sandıkları ve aradıkları o muhteşem aşk, sanıldığı kadar kusursuz değildir. Karşılıklı kusurların toplamıdır aşk… Ve ona tahammül edebildiğiniz kadar vardır! N

14 Eylül 2014




FAYDALI BİLGİLER - 6

Kemer - Papyon

Kullandığım şeylerin benzersiz olmasını severim. Bir mağazadan aldığım ürünü aldığım gibi birkaç kez kullanırım… Daha sonra şöyle bir bakarım “Bundan ne yapabilirim” diye. Ya bir şeyler eklerim ya da parçalar başka bir zaman kullanılmak üzere bazı parçalarını kenara ayırırım.

Kullanmadığım, eskiyen valizimin lacivert askısını uzun süre çekmecede tuttuktan sonra, giydiğim kıyafete uygun kemer bulamadığım bir gün şöyle bir bakıp, “İşte bu tam aradığım şey” dedim. Kilitli klipslerini söktükten sonra halkaları birbirinin içinden geçirerek kemer haline getirmiştim. Yok ben anlamadım diyenler için şu fotoğraflara bakalım.




Bir başka şey ise hakim yaka gömleklere çok şık hava katan papyon olayı… Bunun için minik papyonlara ihtiyaç var. Ben atmaya kıyamadığım yakın bir arkadaşımın düğün davetiyesinden, hatıra olsun diye papyonunu koparmıştım. Gömleği giymekten sıkıldığım bir gün papyonu alıp yakasına çengelli iğneyle tutturmuştum. Yine fotoğraflardan gideceğiz.


 



Yani kullanmadığınız bir şey varsa, kullanılabilir hâle geleceği zamana kadar duracağı bir çekmeceniz olsun… N